Yazan: Ümit Elönü
Allah ve Resûl davasının divanesi olarak hatırlanmak isteyen Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in çileli hayatının son demleri; 5 Şubat 1983... Profesör Ayhan Songar, Profesör Süleyman Yalçın, Ahmet Kabaklı, Ahmet Taşgetiren ve Ayla Ağabegüm Üstad’ı evinde ziyaret edip mülâkat yapıyorlar. Yapılan mülâkat kameraya da çekiliyor. Üstad’ın vefatının ardından Türk Edebiyatı Dergisi’nde (Temmuz 1983) çözümü yayımlanan mezkûr mülâkat şimdilerde internette “Üstad’ın son röportajı” diye yayınlanıyor. İşte bu “son röportaj”, tanıtımını yapmaya çalışacağımız Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun İstikbâl İslâmındır adlı eserinin de habercisi.
Gerçi yayınlanan videoda her nedense bahsedeceğimiz kısım yok ama röportajın Türk Edebiyatı Dergisi’nde yayımlanan tam metninde Üstad, Ahmet Taşgetiren’in sorusu üzerine güvendiği bir gençten ve ona yaptırdığı çalışmadan söz ediyor: “- Üstadım, benim şöyle bir sualim olacak: Batı’da da konuşuluyor, «Yeni asır, İslâm asrı olacaktır!» tarzında düşünceler var... Siz ruh muhtevası yönünden İslâm ülkelerini böyle bir hazırlık içinde görüyor musunuz?
BİR GENCE ETÜD YAPTIRDIM
- Hah, enteresan... Cevap: Bu Ramazan’da bilmiyorum, Allah takat verecek mi bana Tercüman için... (...) Orada, «İstikbâl İslâmındır» diye güvendiğim bir gence etüd yaptırdım. Güzel oldu etüdü... Bu Doktor Kusto’yu alıyorum ele. O İslâm’a giriyor biliyorsunuz; bir «mucize-i Kur’aniye»yi görüyor. Bir de Profesör var...
Birbirinden intikâldir bunlar... Onun da kitabı var... Enteresan bir zat; tercüme etmiş biri bunu... Uyudu kaldı; 8 sütûnla verilecek bir hadisedir. Toynbee, aynen kelimesini kullanarak, «İstikbâl İslamındır, tecrübe etmediğimiz bir o kalmıştır!» der...” Üstad’ın “güvendiğim genç” dediği Salih Mirzabeyoğlu’dur! Hayatını Üstad’ın yolunda fâni olmaya ve güvenini boşa çıkarmamaya çalışan ve boşa çıkarmayan Mütefekkir Mirzabeyoğlu, çalışmasının ilk nüvelerini Üstad’a okur; tarih, 17 Ocak 1983... Yer, Üstad’ın evi... Mütefekkir Mirzabeyoğlu Tilki Günlüğü adlı eserinde o anı şöyle anlatıyor: “İstikbâl İslamındır isimli eserimi okuyorum. Üstadım, gözleri yarı inik ve tebessümle dinliyor. “Güzel, güzel!” derken, birden sesi değişti:
- Tamam, anlaşıldı... Büsbütün mücerrete dalıyorsun, olmaz!.. Şekere bulayıp yutturacaksın... Bu, saf fikir; sen bana yazıyorsun. Yeniden gözden geçir! Benim kumaşım mücerret... Ama bu adi insanlar mücerret fikirden yüzüne sigara dumanı üflemiş gibi tiksinirler... Önce Kaptan Kusto’yu vereceksin...
- Onu sonra verdim efendim.
- Olmaz!.. Ortada bir hakikat var; önce gongu çalacaksın, herkes dönüp bakacak, sonra fikri vereceksin... (...) önce “vay anasına” diye ilgilenecekler; gazetecilik yapacaksın... Adamlar bakacaklar, bir takım mücerret fikirler; kimse okumaz!... (...) Sende benim bu zamana kadar yokluğumdan en çok şikâyet ettiğim mücerret fikir istidadı çok fazla... İfrat hâlde tecrit var!.. Her şeyde kıvam; kıvamı bozmayacaksın...”
Üstad’ın isteği doğrultusunda eserine son şeklini verip teslim eden Mütefekkir Mirzabeyoğlu Üstad’tan “takdim yazısı” müjdesini alır: “İstikbâl İslamındır!.. Ne güzel bir mevzuun var... Allah ne kadar ömür verir, daha ne kadar yaşarım bilmem. Ama senin bizim davamızda bir hayli hisse sahibi olarak görünmen lâzım... Zaten benim bir takdim yazım olacak... Bütün hüviyetin görünecek...”
KÂİNATI KALBURDAN GEÇİRMEK
Takdim yazısını yazamadan vefat eden Üstad’ın ardından Mütefekkir Mirzabeyoğlu takdim yazısını bulmak için, “kâinatı kalburdan geçirmek gibi çetin bir işe” girer ve lûgattan, iştikaktan, ebcedden ve rüyalardan fikir damıtır.
Durun, hemen “Kaptan Kusto Müslüman olmadı ki” deyip kestirip atmayın. Evet, Kaptan Kusto Müslüman olmadığı söylendi ama zaten Üstad ve Mirzabeyoğlu için mevzu Kusto’nun Müslüman olup olmaması değil. Üstad’ın dediği üzere o mevzu gazetecileri ilgilendirir; bir de Kaptan Kusto’yu!.. Mütefekkir’in elinde ise fikrini anlatacağı vesilelerden bir vesiledir sadece. Nitekim Mütefekkir Mirzabeyoğlu Ölüm Odası B Yedi - Giriş adlı eserinde “Hades” kelimesinin iştikaklarını yazarken “Kaptan Kusto Müslüman” bahsinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini de işaretliyor: “Hades: (...) Fikrini bildirmek. Bir sözün mânâ ve mefhumunda, bir hususun vaz’ ve üslubunda başka tarz tasavvur eylemek: Kaptan Kusto Müslüman gibi...”
Mirzabeyoğlu Batı’dan ihtidâ hâdiselerini niçin ele aldığını da şu şekilde anlatıyor: “(...) yaptığımız iş basit habercilik soyundan bir iş değil; İstikbâl İslamındır doğrusu etrafında bir bakıma çeşni kabilinden ferdî tezahürlere de yer verirken, zıtlarımızı da gözönünde tutmak ve terkibî bir fikir keyfiyetinin görünüşüne vesile unsurlar hâlinde işaretlemek. Yani, derlemecilik yapmıyoruz ve hiç yapmak istemediğimiz iş de, kabak çekirdeği cinsinden fikirlerle İstikbâl İslâmındır mutlak doğrusunu şahıslarında çürütenlerden olmak!..”
“Felsefenin manzarası ve hayatın hakikati”, “Kültür ve zaman idraki”, “Peygamberler olmasaydı medeniyet olmazdı”, “Sır idrakine dair” ve “Çarenin adresi” ana başlıklarıyla Mirzabeyoğlu, “göremediğimiz bir vehim” dediği istikbâli bizlere “varlık ve oluş davasının ta kökünden gelerek” gösteriyor.